8 Aralık 2011 Perşembe

bomboş!



kafamın içinde doldurmak istemediğim yerler var sanki..

ya da ben o kadar az kullanıyorum ki omuzlarımın üstünde taşıdığım şu koca şeyi; işlevsizlikten olmadık anlarda (her an) olmadık insanları (halının altına süpürdüklerimi) özlüyorum.


tembellik o kadar oturmuş ki iki kaşımın ortasına, tembelliğimle görüyorum, tembelliğimle duyuyorum, tembelliğimle düşünüyorum.. hatta ilerde tembelliğimle bile sevişebilirim. üstünkörü.. yine olmadık anlarda olmadık kişileri düşünerek, kaytararak..


özlemek istemiyorum! hayatım sürekli birilerini özlemekle geçsin istemiyorum! def olun aklımdan yahu!

aaa!


2 Aralık 2011 Cuma

kendime not 1: veda edebil !

hoşça kal denmemiş hiçbir vedayı vedadan saymıyorum. çok sığ, çok alelade. veda bile değil onun adı: umursamayış.


vedanın ne yolla yapıldığı önemli değil. ayaküstü muhabbetlerde, messenger'da ya da facebook'tan edilen sohbetlerde.. mühim değil. hoşça kal denmiyorsa, lanet olsun bu aşka lanet olsun bu seavgim!

düşünsene, konuşuyorsun arkadaşınla.. sonra o ilk sessizlikte topukluyor. ne kadar mide bulandırıcı değil mi? sanal olmuş olmamış, hepsinin mide bulantısı eşit. test ederiz, onayı alırız gerekirse.



öyle yani, vedanın da bir üslubu olmalı. klişe mlişe! belli bir kalıbı olmalı. 










1 Aralık 2011 Perşembe

kolay OL-MA!

sıradan olma demiyorum. kolay olma diyorum. eğer sıradansan, sıradanlığına şekil verip, net, saf olabilirsin. yani özenle şekil verdiğin sıradanlığınla kolay olan sen olmazsın, hayatın olur. kolaylaşır.



güzel eleklerin olsun mesela. yani olmalı. benim o kadar da güzel eleklerim yok. iş görüyorlar ama, ne bileyim, güzel değil gibiler, neyse. duygu tartımın, tepki ölçümün, ve tabi ki olayı karşılayışın, kendinde kolay gördüğün kısımlarını zor edebilmeli eleklerin yardımıyla. 


ben çok gülerim mesela. hatta bazen ota boka. öef! gülmek herkese, her değere (kediye, kuşa, bakkala, çakkala, antipatiğe, sempatiğe, eskilerden kopup gelmiş komik bir anıya, sese, düşene,... )  pazarlayabileceğim bir şey. gülmek kolay yani benim için. bu beni de kolaylaştırıyor malesef. 




merhaba!nın yanına kıstırıverdiğin bir gülücük, aynı sıcaklığı alamadığında sana ucu henüz bilenmiş bıçaklar olarak geri dönüyor. ve sen keşke hiç bulaşmasaydım diyecek kadar basit oluyorsun. sessiz kalıyorsun depresifleşerek, ve bu nelere yol açıyor? gözlemleyelim:

gözümü kaparım, vazifemi yaparım. gibi saçççççmasapan bir imaj yüklüyor sana. vazifen neyse onu yapıp SESSİZCE, çekiliyorsun her zamanki sıkıcı ve kokuşuk kabuğuna. kimse senin sikimsonik ruh halinle ilgilenmeyene kadar kendini yok ediyorsun ve dışarıdan -görünmez olmadığın nadir anlarda- antipatik bir gerzek olar...


öf devam edemeyeceğim. kendimden soğudum.
uyyim!
iyygeceler!




*yalnız düşündüm de, ben ağlama hissimi geçiştirebiliyorum. bu beni o konuda zor yapar mı? yani nadiren  ağlıyorsam ben, zor muyumdur??
.............................................................değilimdir. sadece duygusuz bir topiliğimdir.

şarkıyı de kendime armağan ediyorum o zaman!  ğğğrrr!





nefesim nefesine..



bu şarkının ifadesi yok. yani, "ne etkili şarkı, çok etkilendim." diyemiyorsun. etkileniyorsun ama, o cümleyi kurarsan eksik kalır diye cümlen; diyemiyorsun. o kadar gerçek ki, soyut anlamda yol kat ettirse de o kadar elle tutulur somutlukta ki.. biri kendine ait acısını, imkansızlığına rağmen saf umudunu anlatıyor da sen bu gerçekleri sessizliğinle onaylayıp kendine ekliyorsun gibi..



yaşanılan öyle bir fonksiyon ki limiti sonsuza giderken de acıyı buluyo. bunu hangi yürek ne düşleyerek kaleme almıştır diye düşünüyorum kendi saçma mutsuzluklarımı kışkışlarken//


 mümkün olmadığını bildiği halde keşke diyor ya her tekrarında, of! deme yahu, deme. yapmayın şöyle türküler:)



bir daha görmeyeceğinden (ya da göremeyeceğinden) emin, umudu yüksek, bu zıtlık içinde kafa hafif dumanlı.. değmeyecek nefesi nefesine, söyleme bu şarkıları türküleri, sus! mutlu aşk yoktur, biliyorsun.