17 Mayıs 2012 Perşembe

salyangozlar, sevgi dolu yaratıklardır.

sevgi dolulardır; yalnız, hayatlarına dokundukları kimi insanın içini boşaltır, kimi insanınsa ateşini harlarlar. ama tabi ki suç, her zaman salyangozun değildir.




bir şey buldum; bir kağıt.. küçük, a5 büyüklüğünde, hafif sarımsı yüzey rengi, gri kareleri var. muhtemelen sevdiğim defterlerimden birine ait. kırmızıyla yazılmış; hiç şaşırmadım. 


"hayatım bana değer vermeyen insanlarla doluyor her geçen gün.. ya da, önemsemeyen, umursamayan mı demeliydim? seni nasıl özlemem, izah eder misin? izahı mümkün müdür bunun? nasıl aramaz gözlerim seni bu cümbüşte?

kalabalıktan sıyrılıp seninle olduğumu düşünüyorum. kızgınsam; bunu seninle paylaştığımı ve senin olası telkin cümlelerini.. aklımdan geçirdiğim cümleler, kulağına çalınsa, ne derdin, yüzünü nasıl değiştirirdin kim bilir? saçma bir şey söylediğimi varsaydığımda yüzünü şöyle düşlüyorum: kaşlar çatık, dudaklar gülümsememek üzre sıkılı, ama eğlenceye de pek dayanıklı değil. herhangi bir zamanda seni şöyle düşlüyorum: gözleri kapalı, sanırım uyuyor; sessiz olmalıyım. bir başka zaman şöyle: dudaklarını ısırmış; ya tedirgin ve heyecanlı, ya da dudağında yediği tatlıdan kalmış.

ah seni nasıl özlüyorum! kendimi çevreme, değerlilerime pay etsem, sana düşen paydan korkabilirsin. o kadar fazla; özlemim, değerin, değer kaybedişim..

allara, morlara rağmen, hatta gökkuşağına rağmen -senin rengin dahil- ; özlüyorum. bir tek buna müsaadem var. bir bu konuda uzmanlaştım.
en güzel rüya tuvallerimde bile senden izler var. hatta bir gün, senin yaşayacağın güne uyanabilirim; o kadar sık rüyalarıma giriyorsun ki..


benim kalbim temiz değil. nolur bir daha iste karşılaşmamızı. nolur bir daha (ya da son bir defa) görüşmek iste. lüften.


...hava güzel olsun. rüzgar ılık ama kuvvetli olsun. "nasılsın" diyen sesini bastırsın kalbinin tutturduğu ritim.. "çok iyiyim, ya sen?" diyen sesimi bastıramasın heyecanım. hep gizlemeyi başardım. yine başarabileyim. (yapabilirim)


lütfen çok iste ki, özlemim hafiflesin.

lütfen çok iste ki, sana iyi bi' gece, iyi bi'kaç zımbırtı dilemeyeyim samimiyetsiz iç dünyamdan.

lütfen çok iste ki, kedi sevelim birlikte."



   istedi. görüşmek istedi. bulunduğum şehre adım atışından yaklaşık 4 gün sonra..

   o 4 gün boyunca kendimi yedim. sinirlendim. çok uyudum. çok hatırladım, az unuttum. az yedim, hiç kustum. her an arayabilir diye temiz giyimliydim. saçlarımı bile 'ev topuzu' yapmadım.

  görüştük. 4saat geçirdik. bir şeyler konuştuk, bir şeyleri yudumlarken. gözleri bendeydi allahım, benimkiler de onda! sustuk, baktık. sonra yol göründü bana 'anne baba yoklamaları' sebebiyle..

   mektuplarımı verdim. sonra oku dedim. bir sigara daha yaktı. kasa kapandığı için, bir kahve daha söyleyemedi. ben mektupta yazanları sustum ona bakarken. o onu -hiç istemeyerek- üzüşümün bir kısmını sindirdi bana bakarken.

   uyudum uyandım, ama mektup hakkında hiçbir şey demedi. okuduğundan emindim. okuduğunu ima etmedi. hiçbir şey demedi. o gün tamamen farklı bir sebepten dolayı beni aradı. yarın görüşmek istediğimi söyledim son kez. olurladı.


görüştük. otobüsten indi (biraz bekletti, belki de ben erkenciydim). kulaklıklarını kulağından çıkardı. yüzümü avuçlarının içine aldı, yanaklarımdan öptü. her şey ne kadar güzel gidiyor değil mi? ama dur.


bir banka oturduk. biraz hava-su.. "mektupları okudun mu?" "okudum" "okudun ve?" "okudum. durdum, ne yazmış o dedim, bir daha okudum. sonra bir daha.."

şeffaflaşmaya başladı, huyu kurusun. işte benim hayatım tam bu noktada sikildi. (hayır 'ı' değil, 'i'. )

bana, içinde bana dair hiçbir şey kalmadığını, o eskinden çok sevdiğim ama artık biraz önyargılı davrandığım cumartesi günlerinden birinde söyledi. boğazımı düğümlediğinde, uçurum kadar sessizdim.


konuşmam için çabaladı. ama ne zaman konuşmaya çalışsam -artık kaçırmadığı- gözleriyle beni yerime mıhladı. yani, sözcüklerimi mıhladı.


kırıldım, ama aslında hiç kırıcı değildi. tesellim yine ondaydı. beni türlü şekillerle teselli etti. bunu yapmasaydı belki de şuan cumartesilerden nefret ediyor olabilirdim.


ağladım. üstelik yanında ağladım. ama fonumdaki müzik çok acıklıydı. yine tesellim, onun asil ruhundaydı.


mevlana demiş ya, " üzülme! istediğin bir şey olmuyorsa, ya daha iyisi olacağı için, ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur." diye..

daha iyisini istemiyorum ki.. varsın benim olmasın.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

çayda eriyen şeker