8 Aralık 2011 Perşembe

bomboş!



kafamın içinde doldurmak istemediğim yerler var sanki..

ya da ben o kadar az kullanıyorum ki omuzlarımın üstünde taşıdığım şu koca şeyi; işlevsizlikten olmadık anlarda (her an) olmadık insanları (halının altına süpürdüklerimi) özlüyorum.


tembellik o kadar oturmuş ki iki kaşımın ortasına, tembelliğimle görüyorum, tembelliğimle duyuyorum, tembelliğimle düşünüyorum.. hatta ilerde tembelliğimle bile sevişebilirim. üstünkörü.. yine olmadık anlarda olmadık kişileri düşünerek, kaytararak..


özlemek istemiyorum! hayatım sürekli birilerini özlemekle geçsin istemiyorum! def olun aklımdan yahu!

aaa!


2 Aralık 2011 Cuma

kendime not 1: veda edebil !

hoşça kal denmemiş hiçbir vedayı vedadan saymıyorum. çok sığ, çok alelade. veda bile değil onun adı: umursamayış.


vedanın ne yolla yapıldığı önemli değil. ayaküstü muhabbetlerde, messenger'da ya da facebook'tan edilen sohbetlerde.. mühim değil. hoşça kal denmiyorsa, lanet olsun bu aşka lanet olsun bu seavgim!

düşünsene, konuşuyorsun arkadaşınla.. sonra o ilk sessizlikte topukluyor. ne kadar mide bulandırıcı değil mi? sanal olmuş olmamış, hepsinin mide bulantısı eşit. test ederiz, onayı alırız gerekirse.



öyle yani, vedanın da bir üslubu olmalı. klişe mlişe! belli bir kalıbı olmalı. 










1 Aralık 2011 Perşembe

kolay OL-MA!

sıradan olma demiyorum. kolay olma diyorum. eğer sıradansan, sıradanlığına şekil verip, net, saf olabilirsin. yani özenle şekil verdiğin sıradanlığınla kolay olan sen olmazsın, hayatın olur. kolaylaşır.



güzel eleklerin olsun mesela. yani olmalı. benim o kadar da güzel eleklerim yok. iş görüyorlar ama, ne bileyim, güzel değil gibiler, neyse. duygu tartımın, tepki ölçümün, ve tabi ki olayı karşılayışın, kendinde kolay gördüğün kısımlarını zor edebilmeli eleklerin yardımıyla. 


ben çok gülerim mesela. hatta bazen ota boka. öef! gülmek herkese, her değere (kediye, kuşa, bakkala, çakkala, antipatiğe, sempatiğe, eskilerden kopup gelmiş komik bir anıya, sese, düşene,... )  pazarlayabileceğim bir şey. gülmek kolay yani benim için. bu beni de kolaylaştırıyor malesef. 




merhaba!nın yanına kıstırıverdiğin bir gülücük, aynı sıcaklığı alamadığında sana ucu henüz bilenmiş bıçaklar olarak geri dönüyor. ve sen keşke hiç bulaşmasaydım diyecek kadar basit oluyorsun. sessiz kalıyorsun depresifleşerek, ve bu nelere yol açıyor? gözlemleyelim:

gözümü kaparım, vazifemi yaparım. gibi saçççççmasapan bir imaj yüklüyor sana. vazifen neyse onu yapıp SESSİZCE, çekiliyorsun her zamanki sıkıcı ve kokuşuk kabuğuna. kimse senin sikimsonik ruh halinle ilgilenmeyene kadar kendini yok ediyorsun ve dışarıdan -görünmez olmadığın nadir anlarda- antipatik bir gerzek olar...


öf devam edemeyeceğim. kendimden soğudum.
uyyim!
iyygeceler!




*yalnız düşündüm de, ben ağlama hissimi geçiştirebiliyorum. bu beni o konuda zor yapar mı? yani nadiren  ağlıyorsam ben, zor muyumdur??
.............................................................değilimdir. sadece duygusuz bir topiliğimdir.

şarkıyı de kendime armağan ediyorum o zaman!  ğğğrrr!





nefesim nefesine..



bu şarkının ifadesi yok. yani, "ne etkili şarkı, çok etkilendim." diyemiyorsun. etkileniyorsun ama, o cümleyi kurarsan eksik kalır diye cümlen; diyemiyorsun. o kadar gerçek ki, soyut anlamda yol kat ettirse de o kadar elle tutulur somutlukta ki.. biri kendine ait acısını, imkansızlığına rağmen saf umudunu anlatıyor da sen bu gerçekleri sessizliğinle onaylayıp kendine ekliyorsun gibi..



yaşanılan öyle bir fonksiyon ki limiti sonsuza giderken de acıyı buluyo. bunu hangi yürek ne düşleyerek kaleme almıştır diye düşünüyorum kendi saçma mutsuzluklarımı kışkışlarken//


 mümkün olmadığını bildiği halde keşke diyor ya her tekrarında, of! deme yahu, deme. yapmayın şöyle türküler:)



bir daha görmeyeceğinden (ya da göremeyeceğinden) emin, umudu yüksek, bu zıtlık içinde kafa hafif dumanlı.. değmeyecek nefesi nefesine, söyleme bu şarkıları türküleri, sus! mutlu aşk yoktur, biliyorsun.








26 Kasım 2011 Cumartesi

sıkıcı döngü

ismim x olsun mesela.

annem tarafından "iiiiiiiiiiiiiiiks koş çabuk! gel gel!" diyerek salona çağrılıyorum. ve heyecanla paylaşmak istedikleri şey yetenek yarışmasındaki her hangi bir performans oluyo. biraz azarlayıp omuzlarımı düşürerek odama dönüyorum.

her çağırdıklarında gidiyorum, bir öncekini unutarak..
öef! yoruldum ama!


bebelele çokomel

kucağında bebek olan annelere gülümsememek istiyorum ama engelleyemeyip gülüveriyorum. iki yüz buldu diye hemen bebekle daha çok ilgilenmeler, kimseyle konuşurken kullanmadığı ses rengiyle yüksek desibelle konuşmalar.. aman allahım! mesafeli bir gülücükse kullandığım, hemen bebek üstünden benimle konuşur gibi bebekle konuşmalar etmeler.. :) garip dimi?


bunların hepsi kaldırılabilir şeyler ama, bir nokta var ki es geçmem mümkün değil. geçenlerde aynen yaşandı.



yer:otobüs


çocuğu kucağında anne: (gözümün içine bakarak)gel kıjıııım oturalım buraya.


bebek: ıgığvığığığğğ


ben: (gülümsüyorum)


bebek: açh!


çka: aç kapıyı şoför. aç şoför amca, de kızım.


bebek: açh!


çka: aç amcası kapıyı.


bebek: nnnnnn-ni


çka: an-nem! ON-NÖM!


bebek: nnnnn-nee


çka: anneciiiiiiiiiiiiim bak burda ne var tut burdan annem. heh afferim kıjımaaaa!


bebek: gğğğğggğğğ. (derken beni keşfedip kim bu yabancı der gibi inceliyor)


ben: (bebeğe gülümsüyorum)


bebek: (heyecanlanıyor bişiyler bişiyler, uçmak ister gibi kanatlarını -a pardon- ellerini aşağı yukarı hareket ettiriyor, bebek işte..)


çka: kim var orda anneeem? TEYZE Mİ VAAAAAAAR. AAA MERABA TEYZESİİİİİİİİİİ! NAŞIIIĞŞIN TEYJEŞİİİİİİ? MEYEBAAAA!

iç ses: len bi sus!






 işte tam o an ne yeni anne olmuş o kadın, ne de o bebek sempatik geliyo gözüme. yahu sen erken anne olduysan benim suçum ne ya? TEYZE NE TEYZE!


çözüm pratik: kulaklığı kulağıma takıp, sesi de kökleyip, camdan dışarıyı seyredalmak.


unutmadan, o kadına not: ..........sinirimden seslenemedim bile. 

neyse ya, amaaaaaaaaaan! :)



25 Kasım 2011 Cuma

gerçek olmamasını isterdim, ama bu bir itiraf!

yok böyle bir özlemek.. neden bu kadar zavallılaştırıyorum kendimi? özlemek zavallılık değil, çok güzel, mükemmel! ama bende çok eğreti. çünkü özlemek bana göre, özlemi gizlemekten ibaret. bu duygu tüm hatlarıyla hissedilsin üzerimde isterdim, diğer tüm duygular gibi.. maskelerimi bu kadar çok sevmemek isterdim.


naifliğini, olgunluğunu, dokunuşunu, onun için kırıp döktüğüm ya da akıttığım her ne olduysa, bunların bendeki büyüklüğünü,,, çok şeyi, çoğu anı,,, O'nu özledim. 
dokunduğumdaki o hissin dokunduğumu hayal ettiğim o histen ne kadar uzak olduğunu bile bile özledim.


bedenen ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, mühim değil. yanımda hissedemediğim kadar uzaklaşmış oluşu, manen uzak oluşu, uykumu getiriyo. rüyalarımın başkalaşıp o olması sonsuza dek uyumak istememe yeter. ellerinin eski sıcaklığını hissedemiyorum, olsun. o rüyalarımdan çıkmasın. varsın elleri soğuk olsun. sevilmez mi bu eller? birinin adı kış, birinin adı sonbahar.



özlüyorum. dostluğunu en çok..


22 Kasım 2011 Salı

değişiyoruz. çok oluyoruz.

çok yakın bir erkek arkadaş (arkadaş: sevgili olmayanından) seni sever sana iyi davranır ama.. hiç bir zaman cinsel anlamda arzuladığı bir kadını kolladığı kadar, onu düşündüğü kadar, ağzından çıkan her kelimeyi anlamak için zorladığı kadar, tüm bu özeni gösterdiği kadar özen göstermez, emek vermez.

tüm isteklere karşılık veren bir kadın, yani sevgili, dostu yerinden ediverir.

bunları yazacağımı hiç sanmazdım ama.. kesinlikle düşüncem bu şu ara.

yeni tanıştıklarıma ve uzunca zamandır tanışık olduklarıma içimden çektiğim bariyerleri 10 misline çıkarıyorum. az zarar, az hasar istiyorum. amin.


20 Kasım 2011 Pazar

:)

hadi yine ne yaptık ne ettik, bir kriz anında kenetlebilmeyi becerebildik.


happy fuckin' forgotten days!  )(/&%+^Q@[{½

bir zavallının zavallı düşünceleri

boğazının ortasında içinden soğuk rüzgarların geçtiği boşluk hissi; su içmekle geçiremeyeceğin bir susuzluk; ağzını açsan çığlık atmak için bile güç bulamazsın ama içinde çığlıklar kopar; sessizliğinin sonsuza dek sürmesini istediğin gözlerinin tek bi noktaya kilitlendiği uzun anlar; istiklal caddesinde annesinin elinden bi anlığına ayrılıvermiş çocuğun korkusu, tedirginliği, telaşı, ve elbette ki çaresizliği; aynı çocuğa annesinin aslında onu terkettiği gerçeğini söyleyemeyen yabancının ensesine oturan soğukluk; dışlanmışlık;... işte tüm bunlar şu demek: sen! kırıldın! birince.. birilerince..


gerçekten çok kırıldım ama. çok çok çok çok çok kırıldım. "düşünmek zorundasın" diyerek bu düşüncemi onlara dayatmam çok acayip olur. önemseniyorsan, bu, sen yönlendirmeden olmalı. kesinlikle onların minik pişmanlıklarına mahal vermeden, öyle kendiliğinden.. ama olmuyosa da, değerin su yüzüne, göz önüne -artık her nereye gizlendiyse- çıkar.

bir hoşça kal çok görülüp o ortamdan -affedersiniz ama- siktirip gidiyor iseler, siktirip gitsinler gerçekten de. 
bu sinirle samimiyet ölçecek halim yok, ölçmedim de. onların kaç dakika ya da kaç saniye sonra pişman olduklarını ve benim gerçek hislerimi ne derece sakladığımı önemsemiyorum.

...ama dolup dolup akamayan her ne varsa gözlerimde, ki bunlar emektir, karşılıktır, bugüne dek biriken güzel tüm şeylerdir, işte bu gözlerde birikenler akamıyorsa ve yüzlerine "beni üzdünüz" diye bağıramıyorsam, bunlar akamadan geldikleri yerlere geri dönebiliyorlarsa eğer..

ben bir 'zavallıyım
' demektir!

evet öyleyim. çünkü onlara tavır almam demek, belki de onların "öf amaaan, uğraşamicam" diyip kestirmesi demek.

kaybetmek istemiyorum. kaybedebilirim; sinir hakimiyetimi yitirerek..

bu yüzden korkuyorum. (işte tam da bu yüzden zavallıyım.)


hem öyle ki, üşüyerek korkuyorum.


13 Ekim 2011 Perşembe

vay bee!





hehe, hep derim depresyonun vazgeçilmezi cev-muz dur diye. bilmeden söylerdim ama şu an elimin altında bir link var ki, beynimde "kızım sen erdin" deyip, inandığımı gördükçe dalga geçen minik adamlar yarattı.

tık yap:  cevizmuzbal

cevmuz yerken içi acır insanın... cevmuzsuz depresyonlar BU NE BİÇİM DEPRESYON STİVIRT diye saydırtır.

nedeni, tescilliymiş.


ama itiraf edeyim, ballısını hiç yemedim. oy anam oy.

  




alttaki fotoğraf nasıl? hehe çok fiyasko değil mi?
ama biliyo musun? herrrrr türlü yerim!









ben öyle biri miyim yahu!

kampüsün içinde fiyatları makul olan kafelerden birinde oturuyoduk. herkesin elinde ya bir dergi, ya bir gazete, ya bir broşür... ben ve ö oturuyoruz, meşgalesiz. ö'nün yakın bir arkadaşı geldi, x. ve c hakkında fısır fısır konuşmaya başladılar. ama ben ne x'i ne de c'yi tanıyorum.


konuştukları şey ilgimi de çekmiyo, laf dinleme huyum da hiç oluşmadı bugüne kadar böylesi anlarda... oturup insan davranışları gözlemliyorum ben de.





x, ağzını defteriyle kapatarak birşeyler anlatıyo ve ikisi birden kıkırdıyolar. konu c, ondan eminim. arada c geçiyo. hani laf dinlemiyorum dediysem o kadar da değil yahu. ara ara kelimeler geliyo, ama bağ kurma çabam yok. gülüşüyolar eğleniyolar falan.




birden,

x:yahu bu c'nin olayı da zor ya, dedi, defteriyle ağzını siperlemeden.  ö: valla yaa of, diye destekledi ve dertlendi, bir sıkıntılandı falan.

e ben napıyorum? insan davranışı gözlemliyorum. bu gülüşmelerin ardından gelen off'lu puff'lu içlenmeler ilgimi çekti.








ve,

hehe, birden konu nasıl ciddileşti öyle az önce gülüşüyodunuz, dedim.

x panikledi. bir bana bir ö'ye baktı ve ö'ye dönüp: bu konuştuklarımız aramızda yalnız tamam mı bak gibi birşeyler dedi.

ö, hakkımda öyle düşünmesine şaşırdı x'in. ağzını açtı ve yok yok diyebildi şaşkınlığından.


ben de: ben bugüne dek bana doğrusal olarak söylenmemiş hiçbir şeyi dinlemedim. siz aranızda konuşurken ben sadece davranış gözlemliyodum. ne dediklerinizle ilgilendim ne de duymak,öğrenmek için çabaladım. tek farkettiğim saçtığınız enerjinin durgunlaşmasıydı ve komik geldi bana. dedikodu-manyağı bir imajım olduğunu düşünmeni hissettirmen beni gerçekten üzdü.



diyemedim.



öööyle baktım. suçu üstlenir gibi, sanki yaptığım bir suçmuş gibi aval aval baktım.

söylemem lazımdı bir şekilde. aha ben de buraya bıraktım içimi. :)

haydiiin, xoxo, gossip girl.












12 Ekim 2011 Çarşamba

şüphe ne değildir?



şüphe elbette ki, bir elma, bir yoğuşmalı kombi türü değildir. nedir/ne değildir? bilmesek daha mı iyiydi? yoksa bilmek kesinlikle şarttı? ve bu konu da şekil itibariyle şüphelenmekle dallanıp budaklanmaya müsaitti. 





herkes dürüst olsaydı şüphe edilir miydi yine? ya da herkes dürüst olsaydı yine biri çıkar ve yalanı icat eder miydi filmdeki gibi?


dürüstlükten ziyade, şüphe çok acayip bir duygu. gerekli ama gereksiz de bazen. kafasının içinde milyon tilki bulundurup kuyruklarını birbirine değdiren beceriksizler mi yakalanır şüpheye bilmiyorum ama, şüphe duymayan insanlar var sanırım. belki de 'ne gamsız adammış be'ler şüphesiz insanlardır?



şüphe çok şeyi değiştirir. aslında her şeyi değiştiren şüphe midir? şüphedir değil mi? en basitinden doğruluğundan emin olduğunuz birşey artık sizi tatmin etmez, ve kuşkulanırsınız. hop, yeni doğrunuzu arar bulur inanır ya da benimsersiniz.



şüphelenip aşık olanımız da vardır muhakkak? "acaba bana mı? nasıl bakıyo o öyle? ay bi hoş oldum. kime bakıyo o? bana mı? ben mi? oy"



beyni öldürmemek için, hatta bazen zor anlardan -pratiklik kazandıkça tabi- kurtulabilmek için şüphe duymalı sanırım. paranoyaya dönüşmedikçe bir sıkıntı vermez:) beyin gelişiyor sürekli her şeyi ve herkesi sorgulayarak. büyüyor büyüyor. büyüyünce çok büyüdüm biraz küçüleyim deyip kendini kemiriyor. işte tam bu anda saplantılı şüphe, tam anlamıyla kaos yaratıyor: paranoya! ama bunu hissetsek nasıl engelleriz, bilmiyorum. bilen beri gelsin. 







ama şey olabilir, kurtuluş da şüpheyle olabilir. "acaba bu bir paranoya mı? yenilenmeden düşündüğüm şey hep aynı mı?" sorularıyla beraber paranoyadan kurtulabilmek mümkün mü ki? her dal parçası bataklıktan çıkarabilir mi?


neyse geçiyorum bunları. son günlerde şüpheleniyorum sürekli. ondan bundan şundan çoğu şeyden... haklı çıkmak istemediğim şüphelerim olmaya başladı. zaten vardılar ama belirginleştiler. hatta birinin toprağa düşürdüğünden yeni şüpheler filizlendi. umarım saçma sapan bir hale girmem:)



son bulmalarını diliyorum. kemirilmeden, acısız, hızlı bir son diliyorum şüphelerim adına. :)


sevgiler, öpücükler, bir şeyler bir şeyler...

5 Ekim 2011 Çarşamba

özenle ekilen çiçeklerin üstüne işemek gibi olacak ama..

aşk lazım bana aşk! dost dokunuşları da güzel ama, eksilerim yeterince topraklanmıyor o zaman. yapışıyorlar üstüme:)

sevgili dokunuşu şart! ama eskilerle hiç bağlantısı olmayan yepyeni biri olmalı..

günaydın mesajlarıyla uyanmalar, sevgiliyle hem sevgili hem dost olmalar, len demeler çüş demeler, kaçamak öpücükler... gerekli değil desin biri hadi:)


gerekli değil desin ve ben bundan bi önceki yazımı savunmaya devam edeyim.

yoksa hayat iki değilken, bayattır  ...diyenlerden olacağım.



4 Ekim 2011 Salı

aslında özümüzde çok iyi insanlarız.



şarkılara endeksli yaşamak ne fena.. elinle kenara ittiğin ne varsa topluyor başına. ihtar dinlemiyor dayak dinlemiyor. zaten tüm zararların kendini hedef aldığından mazoşist olup çıkıyorsun.

bu şarkıyı da çok severim. bana çok sevdiğim, çok sevdiğimden haberi olsa çoğalmamı gerektircek, kendime has yöntemlerimle aramı uçurum ettiğim birini hatırlatır hep. bunları boşver ne haber aşktan? diyeniniz varsa.. aşktan korkarım ben, anlamış olmalısınız. 



çoğu zaman, özellikle de yalnızken.. nasıl da giydiriyoruz değil mi hayata? ÖF diyoruz NASIL BİR TEKRARA DÜŞÜRDÜN BENİ KÖPEK HAYAT diyoruz. yetmiyor. belki rahatlamana yetiyor ama o tekrarın verdiği kasvet içine dışına işliyor.



ama!

gün geliyor, çoğalıyoruz. (ikili ilişki üstünden yola çıktığım için, iki idealdir) iki oluveriyoruz. hayat yola giriyor. OH diyoruz SONUNDA DÜZELDİM! basıveriyoruz bağırlara hayatlarımızı. 







bu tam anlamıyla iki yüzlülük değildir de nedir!?

sen kalk söv söv, sonra birden HAYAT ÇOK GÜZEL diyen bir sevgi pıtırcığına dönüş. sen ne bekliyorsun ki karmadan, evrenden? dengesini bozuyorsun zaten hayatı bir seven bir sevmeyen hallerinle..



ey insanoğlu! hayatı sev. boktansa da sev.
ey insanoğlu! büyüklük sende kalsın sev şu hayatı. çocuklara kötü örnek oluyorsun bak.
ey insanoğlu, şş insanoğlu! yüzüme bak yüzüme seninle konuşuyorum! havada çiçekte böcekte değilim, hey! uçmuş uçmuş. aptal aşık.


ey insanoğlu! istersek hayat hepimize gösterir gökkuşağını..

"bütün kara parçalarında afrika dahil"






27 Eylül 2011 Salı

olabilir mi?

gittiğimde orda değildi diye, ona kırıldığımı düşünüyor olabilir mi? bana bir iyilik yaptığının farkında olmadan hem de.. aklıma grup gündoğarken'in o hüzünlü şarkısının tecavüz etmesini önleyerek bir de.. beni koccccaman bir yükten uzaklaştırdığının farkında olmayabilir mi?

uzak duruşumu küstü bana diye mi yorumladı ki? iki buçuk yıl öncesini canlandırmamaktı hep benim derdim. küsmedim. neden küseyim ki eskiden onu sevmemi açıklayacak yüz bin milyon sebep saydığım insana?

ben küsmedim. sadece rahat bırakıyorum ikimizi.. zaten bir kendime salça olabiliyorum, neyse.. artık ikimiz de özgürüz. seni gördüğümde kafamı zıt yöne çevireceğime dair yemin ediyorum. seninle sanal yollarla dahi konuşmayacağıma da yemin ediyorum. ama tamamen unutkanlığa yükleyerek suçu..

sadece önlem alıyorum. iki buçuk yılda artık tamamen geçmesi gereken şeyler yerini hatırlatmak için sızlayıp duruyo. bas bas bağıran bir terslik var durumda, değil mi?

üstelik ben körkütük aşıkken kendimi uzak tuttuğum adama, cancağzıma..

hoşça kal. seni çoktan bitirdim. bu da resmi belgesi olsun :)








26 Eylül 2011 Pazartesi

tam da kader'le kederlenmişken...

uzun zamandır izlemek için çabaladım. film arşivi sağlam olanları mı denemedim, film kiralanan yerlerin kapılarını mı eskitmedim.. yok. çabaladığım süre boyunca hiç bir şekilde yaklaşamadım filme. film dediğim, zeki demirkubuz yönetmenliğindeki, 'kader' filmi.. tamamen aklımdan çıktığı şu sıra, denk geldim filme, ve izledim. empati üstüne empatiler, sürekli tek bir kişi odaklı yoğunlaşmalar..

film bitti. hüzünle, merakla, acaba?larla noktaladım filmi. zaman filmle de aktı, film bittiğinde de aktı ama sanırım sonraki süreçte daha bir geçirdi tırnaklarını zaman, iç dünyama.. o kanattıkça, ben beslendim. beslendikçe, detaylı düşündüm. dedim ya empati kuruyorum diye. artık düşüncelerim empatiden taşıp, geçmişe hapsoldu. 

çok saçma gelecektir eminim ama söyleyeceğim: fbook hesabını dondurduğunu sandığım, film izlerken aklımda gelen tek kişinin beni sildiğini -hatta üstüne bir de engellediğini- farkettim film sonrası.. şu an net bir şey hissetmiyorum. belki hissederim diye buraya yazmayı uygun gördüm, ama.. değişen bir şey olmadı. boşluğum, mide bulantım ve ben.. başbaşayız. yeniden!

eskiyi tahlil ediyorum. en mantıklı eleğimi de çıkardım şimdi meydana, eliyorum. elekten geçemeyen en büyük şey: gaddarlığım ve bencilliğim. içime oturan ve hayatımda böylesi bi cümleden etkileneceğimi sanmadığım fısıltıya karışık, sessiz kalmak planlanarak içerde daha fazla tutulamamış olan o cümle yankılanıyo içimde, birinin hayatından çıkarıldığımı öğrendiğimden beri..

"hayatıma sıçtın.

o şeffaflıkla ne anlattıysa etkilenmiştim zaten. tabi en çok ömrüm boyunca kendime kimseyi kırmadığımı inandırdığım halde , bunun aksinin sadece iki saat içinde, dürüstlükle anlatılmasıyla etkilendim. 

ben önemli birini kaybettim. yeri dolar mı dolmaz mı, düşünmek istemiyorum. uzağımdayken, ulaşmak istediğim an bunun mümkün olmayacağı uzaklıktayken ve o samimiyeti yitirmişken, daha da farklı bir his olacak bu. uzay diye öğretilen şeyin, simülasyonunu tasarlayacağım gibi görüyo bu süreçte.. boşluk. sınırsızlığını göster hayalgücüm! 

of of! ne fena! keşke o saçmalıkları savabilseydim ve bana en yakın insan o olsaydı. neden kaybediş hatırlatır ki değeri? herhangi bir şeyin ilkiymiş, ortasıymış, sonuymuş dinlemeden, istisnasız her kaybediş neden umursamıyormuş gibi bir havada hissizce uzaklaştırılmaz akıldan?

"sen yaşayan en büyük korkak olarak, evrendeki en büyük cesaretsizlik örneğini sergiledin!"

sergiledim mi? yaptım mı?

yapmış olmalıyım ki, cezamı çekiyorum. 




müstahak bana!















21 Eylül 2011 Çarşamba

e peki o zaman, hoşça kalın!

içten olmayan ve öööööylesine sayılabilecek bir uğurlayış kadar güven sarsıcı birşey daha var mı acaba? birlikte savrulan kahkahalar, sevimli espriler, bazen kızmalar darılmalar gücenmeler, gizliden gizliden arkadaşı sahiplenmeler, nazarlı boncuklar, nazarkovan boncuklar.. moralin karşı tarafın düşündüğünden de yerdeyse ve belli etmemeye çalışıp, yağmurun gelişini ağlayarak kutlamak istiyorsan müsaade isteyip akıl toplamak için gidilen yere konsantre olamadan, tıpış tıpış evine döndüysen,,,,,,,,,,,,, cümlenin asla devamı gelmez. noktalar kadar bitirici olmayan virgüllerle devam eder bu durum. onca virgülün arasında saklanmış minicik minicik soru işaretleri huzursuz eder de eder.

eve gelip düşünürsün seçenek seçenek: 1)fazla şey bekliyorum. 2)benden pek bir şey beklenmiyo. 3)değer verilmesi gereken insanlara değer veriyorum ama biraz fazla kaçırıyorum değer yükleme işlemini. 4)güzelliğin içinde eğretiysen ordan basıp gidersin. doğru seçimdi benimki. 5)güzelliğin içine sıçmamak için ne elimden sakındım ne ayağımdan, hepsiyle tokalaşıp basıp gittim ordan. 6)onları çok seviyorum, sadece bencilin tekiyim. böyle uzar da uzar.. o yüzden ne uğurlu sayım ne de başka birşeyim olan 6 -yazıyla altı- seçeneği yeterli gördüm.


uğurlu sayım demişken, uğurlu birşeyler yaratıp onları sürekli kaybeden ama inatla yeniden ve yeniden batıllarını çoğaltan biriyim. keşke öyle olmasam.. keşke bu kadar çok keşke! demesem açıktan.. 



keşke caydırıcı şeyleri hemen göz ardı edebilsem koşulsuz sevebilmek için insanları.. 
keşke kahve yapsam büyük bir şevk ve huzurla da falım fallansa..
keşke kırmızı burunlu palyaçoma sarılıp sonsuza kadar olmasa bile, unutana kadar bir kaç bir şeyi; uyusam..

19 Eylül 2011 Pazartesi

fazla naz ile usanan aşık

kendisine eşlik eden sese kulak vermedi. kabul etseydi bu bağlılığı, biraz yorarak biraz da yorularak, +'lanmadan -'lerek sürekli ilerleyecekti. aşka en yakın hissettiği adam ona yakın durmuştu ama.. ama.. ama.. bu cümlenin devamını duyarken dış sesten, hep sancıdı elleri, dudakları, fikirleri,... onunla paylaşamadığı herşeyiyle sancıdı. aşka en yakın hissettiği adam ona yakın durmuştu ama sırf alışmamak için sırf şiddeti artmasın diye cevap vermedi. aynıyız, aynı şeyi paylaşmak istiyoruz diyemedi.


uyanıp, günü yaşayıp, onun mesajını alarak uyumak güzeldi. ama yordu. öyle yordu ki, esneyen bi dünyaya dönüştü sevdiği adam. 


hem yavaş hem aniydi bitiş. bitmek denmez aslında. zaten bi ismi bi sembolü, ya da ortak herhangi birşeyleri olmadı hiç. bu sadece kızın uyku saatlerini arttırdı. sevdiği adam, silikleşerek yok oldu. yok olduğu an, o boşluk bi türlü dolamadı. 


seneler bindi, çığlaştı. aldığı mesajlar artık ondan bundandı, sığ ve sıradandı.

yok olduğu an onu yaratarak yeniden, ona her gün her gün yeniden aşık oldu. yalnızlaşarak çoğaltmaya çalıştı kendini işin özü.. 


neden anlattım bunu size? sormadım ya da yorum istemedim sadece anlattım. çünkü artık bu bi soru değil ya da yoruma açık bi konu değil. anlattım çünkü dışardan birinin gözüyle hiç umut taşımayan bu ilişki, o kıza göre hala imkanlı. saplantı haline dönüşmesi muhtemel hiçbir pişmanlığa yer vermeyin. akışa kaptırın kendinizi, kendi bestenizi yapın, kendi figürlerinizle de eşlik edin. saplanıp kalmayın. saplanırsanız da, parmaklarınızın hangi kapı zilleriyle uyumlu olduğunu düşünmeden kapıları, ve ardında gizlenenleri onurluca deneyin.

17 Eylül 2011 Cumartesi

b12 takviyeleri, balık yağları, pişmiş balık, pişmemiş sushi, çıbıklar, kötü kokulu bi kaç şey daha..

unutkanlık problemine karşı doktorların yorumu, balık tüketimi ve b12 takviyesi oluyor genelde. ama gerçekten problem olarak düşünülen "unutkanlık", ilaç saatini unutturabiliyo. unutuyorum arkadaş. hatırladıkça kullanıyorum ben de. o da bir çözüm sayılır değil mi ama?

yalnız o unutulmaması gerekenlerin yazıldığı post-it'ler, odamdan taşıp tüm evi, oradan da taşıp tüm evreni istila etmiş olabilir. siz 112'ydi, 911'di, 155'ti arayın , ben geliyorum.